Gece uçuşunun olmadığı akşamlar lojman balkonundan Mürted Ovası’nı gözlemlerdim. Batmakta olan akşam güneşi Abdüsselam Dağı arkasına çekildiğinde Mürted Ovası da mistik bir karanlığa insanı büyüleyen bir sessizliğe bürünürdü. Karanlık ve sessizliğin içini görmeye çalıştığımda yüreğime tarifsiz bir hüzün dolar, ovanın; Yıldırım Bayazıt ve ordusunun uğradığı ihanete, Hassa Alayı’nın şehit tayyarecilerine ağladığını, yas tuttuğunu düşünürdüm. Yüreğime yine bir hüznün dolduğu 1 Nisan 1994 akşamı telefon çaldı. Ağlamaklı bir ses, “Babamız öldü! Babamız öldü,” dedi. Kim, Kim öldü? Diyebildim. “Akdemir General öldü,” dedi. Bir şey söyleyemedim. İçimden bir şeylerin kopup gittiğini hissettim…
“Bir kişi ölmeden diğer bir kişiyi sevmişse, o kişiye enerjisinin bir kısmını vermiş demektir. Kişi öldüğünde diğer kişiye verdiği enerji sevilen kişiyi bırakır ve ölen kişiye doğru hareket eder.
Bu yüzden sevilen bir kişi öldüğünde, bir şeyin seni de terk ettiğini hissedersin. Senin içinde de bir şey ölmüştür. Derin bir yara, derin bir boşluk olacaktır…” Budha