Boğazlar, tarih boyunca siyasi, askeri ve ticari açıdanmedeniyetlerin buluşma ve çarpışma noktası olmuştur. Boğazlar çağlar boyuönemini kaybetmemiş aksine zaman, bo-ğazlara daha da değerli bir rolbiçilmiştir. Tüm medeniyet-lerde büyüleyici cazibesiyle boğazlar, hephakimiyetin simgesi ve gücün anahtarı olmuş, birçok uygarlık bu ufuk noktasındagünışığına çıkmış veyahut batmıştır.
Boğazların, doğu ve batı arasında geçit olma formunu tarih boyuncakorumasının nedenlerine ait teoriler çok çeşitlidir. Bu teorilerden en çokkabul görenlerinden biri de Fransız tarihçi Rene Pinon’a aittir. Pinon,Boğazların zamanın değişen dengelerine rağmen önemini muhafaza etmesini coğ-rafimukadderatın değişmezliği prensibine bağlar. Ona göre zaman ve mekana bağlıolarak hukuk kaideleri değişebilse de coğrafi konumun sağladığı avantajlar vesebep olduğu dez-avantajlar sabittir.
Çalışmamızın; “Boğazlardaki Türk Hakimiyeti Dönemi” adlı birincibölümde öncelikle Boğazlarla ilgili kavramasal terimler açıklanmış veBoğazların tâbi olduğu hukukî rejimin zamana bağlı olarak ne tür aşamalardangeçtiği ele alınmıştır. Boğazların stratejik ve jeopolitik önemi ve buna bağlıolan teorilerin de analiz edilmeye çalışıldığı bölümde, Boğazların TürkBoğazları adını aldığı 1453’ten Osmanlı Devleti’nin fiili varlığının bittiğizaman aralığına kadar olan periyot incelen-miştir. Bu dönemin bir bölüm altındaalınma sebebi ise haki-miyet kavramı ile direk ilintilidir. Nitekim bazıakademisyen ve araştırmacılar, Boğazlardaki Osmanlı hakimiyetini 1809’ebazıları ise 1840’a kadar getirmiştir. Halbuki siyasi termino-lojide‘hakimiyet’ bölünebilir, parçalanabilir bir anlam içerme-mektedir. Bu yüzden;“Türk Boğazlarındaki Osmanlı hakimi-yeti 1918’e kadar devam etmiştir! hükmü”,bu bölümün ve çalışmanın kurgusunu şekillendirmiştir.
İkinci bölümde; “I. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele Döneminde TürkBoğazları (1914-1922)” başlığı altında Müta-reke dönemi Boğazlarla ilgilisiyasi ve askeri kırılma noktaları ve Boğazların bu süreçte geçirdiği evreleranlatılmaya çalışıl-mıştır. Bölüm, Mudanya Mütarekesinin uygulanışı ve Türkordularının Boğazlara girişi ile neticelendirilmiştir.
Çalışmamızın üçüncü bölümü, “Lozan Barış Konferan-sı ve TürkiyeCumhuriyeti Dönemi Boğazlar” başlığı altında şekillenmiştir. Bölümde LozanBoğazlar Sözleşmesi’nin imza-lanma süreci, sözleşmenin avantaj vedezavantajları incelene-rek Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin kabulüne yerverilmiştir. Özellikle 21. yy dünya coğrafyasında Türkiye’nin artıkkıta-lararası kültürel, askeri, siyasi, ekonomik bir ‘boğaz’ olduğudüşünülürse, konunun önemi daha da belirginleşmiş olur.
Çalışmamızın dördüncü ve son bölümünde ise; II. Dün-ya Savaşı vesonrasında boğazlar hukuku ve boğazlar merkezli siyasi olaylar irdelenmiştir.Bilindiği gibi boğazlar üzerine yapılan ve geçerli olan son antlaşma MontreuxBoğazlar Söz-leşmesi’dir.
Bu sözleşme her ne kadar günümüzde bile geçerli olan bir antlaşmaolasına rağmen II. Dünya Savaşa ve sonrasındaki Soğuk Savaş dönemi hem Boğazlarhem de Türkiye açısında fevkalade riskli yıllardır. Bu yıllarda dünyaüzerindeki güç çatışmaları, özellikle Türkiye ve Boğazlar üzerinden şekillen-miştir.II. Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin gösterdiği özveri ve savaşa girmemekonusundaki ısrarı, hem Türkiye’yi büyük bir çatışmanın eşiğinden döndürmüş hemde savaşın coğrafya-sının daha büyük alanlara yayılmasını engellemiştir. SoğukSavaş döneminde ise yine gündemde Boğazlar vardır.
Bu dönemde Sovyet Rusya tehlikesi, yakinen hissedilmiştir. Buyıllar, hem Türkiye’nin rotasını Batı’ya döndürdüğü ve dış politikada bir paktarayışı içinde olduğu yıllardır. Soğuk Savaş sonrasında ise boğazlar, sadecesiyasi açıdan değil, ekonomik, kültürel ve alternatif enerji kaynaklarının dakeşisme noktası olmuştur. Aslında bu merkezden bakılınca 21. yüzyılda Türkiye,dünyada hiçbir siyasi gücün yok sayamayacağı bir “boğaz” haline gelmiştir. Çalışmamızda tarihîsüreç içerisinde Türk Boğazları’nın geçirdiği siyasi evrelere ait bilgi vebelgeler toplanarak ele alınmış, incelenmiş ve tarih ilminin gerektirdiği metotve yöntemler kullanılarak değerlendirilmiştir. Boğazlarla ilgili bubaşdöndürücü siyasi süreç ve zengin tarihi materyal düşünüldüğünde çalışmamızınkonuyla ilgili son çalışma olmayacağını söylemek bir kehanet değildir. Tarihilminde asıl olan; bir konunun tekrar încelenişi değil, bilgi ve belgelerinkonuşturulma şekli yani tahlil ve terkibidir. Ayrıca tarihî malzemeninzenginliği, yeni belgelerin günışığına çıkışı ve mevcut bilgi ve hükmün tekraryargılanma prensibi her konuyu özde ve içerikte farklı kılar. Sosyalbilimlerdeki “olasılık kavramı” ile tarihçi, hiçbir zaman yüzde yüz doğruyaulaşılamayacağını bildiğinden konu taas-subu olmaksızın meseleleri tekrar vetekrar ele alabilmelidir.
Çalışmamızda konu; tarihî bir yaklaşımla, analitik yöntemkullanılarak, özgün bir yorumlama ile dünü, bugünü tahlil edilip, BoğazlarınTürk dış politikasındaki geleceği öngörülmeye çalışılmıştır. Günümüzde TürkBoğazları hiç olmadığı kadar Türkiye için önem arz etmektedir. Sadece buhususiyet göz önüne alındığında, boğazlarla ilgili daha pek çok çalışma yapılacaktırve yapılmalıdır da...
Tüm bu kanaatlerin yanı sıra şu da bilinen bir gerçektir ki;tarihsel süreçle tarihi bilinç aynı şeyler değildir. Tarihsel süreçte belirlikanaatler oluşabilir ama önemli olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bugünBoğazlar gibi eşi benzeri olmayan büyük bir olguyu stratejik, politik veekonomik olarak değerlendirip değerlendiremediğidir. Bu çalışmayı hazırlarkençalışmamın içine koymadığım fakat günlerce beni meşgul eden temel sorun aslındabudur. Elbetteki çalışmamın tüm veri ve teorilerine inandım ve kanaatlerimiizhar ettim fakat tezimin ötesinde bu soru ve sorunu daha fazla önemsiyorum.Türkiye Devleti, Boğazlar kozuyla nasıl ve ne şekilde dünya hakimiyetini tesisedebilir? Evet çalışmamdan öte Boğazlar vesilesiyle dünya veya bölgehakimiyetine karşı devletin kullandığı hatta kullanabildiği inisiyatif kurgusubeni daha fazla heyecanlandırmaktadır. Bundan dolayı tarihçiler dününayrıntıları yerine geleceğin inşasına odaklanmalıdırlar. Bu kadar ayrıntılı birşekilde çalışmış olmam; Türkiye’nin Boğazlar gibi eşi benzeri olmayanjeopolitik bir fırsattan ve nadide stratejiye sahip bu mühim kozdan yeterinceyararlana-madığımız gerçeğine vakıf olmamı iliklerime kadar hissettirdi. Sonuçolarak; tarihsel süreçten daha ziyade tarihsel bilinç daha önemlidir ve 21.yy’da uluslar arası sahada her türlü siyasi çözümü tarihçi ve bilim adamlarıdeğil; siyaset ve güç belirleyecektir. Ve kanaatim odur ki; siyaset ve erkesahip olanlar, tarihsel bilince sahip değillerdir!