Edebiyat üzerine çalışmalarda bir yazar veya şairin eserleri için verilen en kolay hüküm bunların aşkı ve kadını konu aldığıdır. Bundan, çalışmamızın konusu Mustafa Reşid’in eserleri de nasibini alır. Böylesi değerlendirmelerde bilinmeyen ve gözden kaçırılan ise aşkın birçok fenomeninin olduğu ve kadının her daim kendini yenileyen bilinçdışı bir yöneliminin bulunduğudur.
Bir edebi eserde, aşkın bu fenomenlerinden biri veya birkaçı görülebilir: Aşkta seven, sevilende olmayana/yokluğa âşık olur. Seven, sevilenin yansıttığı kendi imgesini sever. Seven ve sevilen birbirlerine olmayanı, eksiklilerini verir. Sıradan bir nesne yüce konuma yükseltilir. Sevilen sevenin bütün boşluğunu doldurur. Aşk nedensizlikten doğar, aşkın doğması için sevilenin neden sevildiğini bilmemesi gereklidir. Deliliğe yakındır değer ve anlamı, kimlikleri alt üst eder. Dürtünün yabancılaşması, arzuya dönüşmesidir. Engele ortaya çıkar ve varlığını engelle devam ettirir. Sevenin kendini başkası uğruna bütünüyle feda ettiği neredeyse tek duygudur.
Edebi eserde kadın konusunun işlenmesine gelince; kız çocuğu, doğumuyla, dikkatlerin yöneldiği erkek çocuğuna yönelik bakışları kendine çevirmek için yaşamı boyunca kendini geliştirmeye, dönüştürmeye çalışır. Hem bilinçdışı olarak erkeğe yüklenen güç imgesinin eksikliğini duyumsar hem de tamlığa ulaşacağı düşlemini geliştirir. Bütüne, tüme, eksikliğini çektiği güç imgesine ulaşma isteğinden dolayı kadın, her an kendini yeniler, dönüştürür, olu(ş)r. İşte edebiyatın da kadını işlemesinin altında yatan en önemli neden onun sürekli dönüşen ve ol(uş)an bir varlık olmasıdır.
Mustafa Reşid’in eserlerinin genelde aşk ve kadını konu aldığına dair bir hükme varıldığında bu eserlerde aşka ve kadına dair bütün bu sayılan fenomenlerin de gösterilmesi gereklidir. Onun eserleri işlediği aşk ve kadına dair farklı fenomenleri ortaya koyacak niteliktedir.