Romanın 19. yüzyılda başlayan serüveni, kimi zaman hızlı kimi zaman ağır bir hava soluyarak ilerlemiş, günümüzde ise kendi seyrini her yönden arttırmıştır. Tanzimat döneminde ele alınan Zehra adlı bu roman ise devrinin iniş çıkışları arasında kendine düz bir yol bulmayı başarmıştır.
Nabizâde Nâzım, döneminde edebiyat, kimya, cebir gibi farklı alanlarda yazılar neşrederek okuyucunun karşısına çıkmıştır. Hem Batı’yı hem de Doğu’yu tanıyan yazar, Türk edebiyatında ilk realist roman olarak bilinen Karabibik (1890) romanını yazmış bu romanının ardından bir kadının kocasını aşırı derecede kıskanmasını net biçimde ilk defa anlatan Zehra (1895) romanını ele almıştır.
Akıl ve mantığın neredeyse bulunmadığı romanda, roman kahramanı Zehra kıskançlık ve öç duygusu ile hareket ettirilmiştir. Romanda geçen “İşte Zehra’nın en büyük vesile-i mazereti bu öç meselesi idi. Kendisi gibi tab’an kıskanç olan kadınlar, muhabbetlerine karşı vukua gelen tahkîrata mümkün değil sabır ile tahammül edemezlermiş. Kadın gönlüyle şaka olmaz, kadınların gönlü oyuncak değil.” ifadeler ile romanın tema ve konusu ortaya konulmuştur.