Tasavvuf, her ne kadar binlerce tanım ve tarifinin bulunduğu söylense de kısaca İslâm, kültür ve medeniyet tarihimizin en mühim yapıtaşlarından biri olarak her devirde varlığını sürdürmüş, manevî bir yaşam tarzını ifâde eder. Bu yaşam tarzını benimseyenler, bütün hayatlarını tasavvufun temel prensiplerine tâbi olarak sürdürürler. Temeli Hz. Peygamber ve hulefâ-yı râşidîne dayandırılan tasavvuf, Osmanlı devletinde ciddî rağbet görmüş, bu dönemde büyük sûfîler yetişmiş, buna bağlı bir de tasavvufî edebiyat teşekkül etmiştir.
Veciz bir ifâdeyle “kâl ilmi değil hâl ilmi” olarak tarif edilen tasavvuf, sözde kalmayıp bizatihi yaşanması suretiyle anlaşılabilir ve ancak bu yolla maksadı hâsıl edebilir bir ilim/yaşam tarzıdır. Mutasavvıf şairler yazdıkları eserlerle insanlara tasavvufu anlatmayı, böylece onları dinî-ahlakî anlamda eğiterek bu manevî yaşam tarzını kazandırmayı amaçlamışlardır.
Bunlardan biri de Osmanlı’nın son dönemine ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarına tanıklık etmiş Mustafâ Fevzî’dir. Kendisi küçük yaştan itibaren içinde bulunduğu Nakşî-Hâlidî yolunda seyr ü sülûkünü tamamlamış ve ömrü boyunca bu yoldan ayrılmadığı gibi gazete yazıları ve kitaplarıyla insanlara tasavvufu anlatmaya gayret etmiş önemli bir nâzım, müellif ve mutasavvıftır. Edebî anlamda dil ve şiir tekniğine hakimiyeti dikkat çeken Mustafâ Fevzî, yazı ve kitaplarının hemen hepsini manzum yahut manzum mensur karışık olarak yazmıştır.
Mîzânü’l-İrfân da müellifin tasavvuf, tasavvuf terimleri, seyr ü sülûk, tarikat âdâbı ve türleri, nefsin mertebeleri, insanın yaratılış gayesi, hazerât-ı hamse, letâif-i aşere, mürid ile mürşidin görev ve sorumlulukları gibi konularda mesnevî şeklinde kaleme alınan tasavvufî eseridir.
Elinizdeki kitap, Mustafâ Fevzî’nin hayatı ve eserleriyle ilgili bilgilerle Mîzânü’l-İrfân’ın metin ve incelemesinden oluşmaktadır. Günümüz okurunun eserden daha kolay faydalanabilmesi ve metinde aradığı özel hususları kolaylıkla bulabilmesi için sonuna bir lügatçe ve dizin bölümü eklenmiştir.