Ziya Gökalp’i tanıyan, cephede savaşan, şehirdeki milli davaların lideri olarak ön plana çıkan Karauğuz bir yana; Behçet Necatigil, İlhan Berk’in öğretmenlik yaptığı; Muzaffer Tayyip, Ahmet Naim, Behçet Kemal, İrfan Yalçın’ın öğrenci olduğu bir memleketin 1940’ların 1950’lerin İstanbul kadar etkili edebiyat mahfili olmasından daha doğal bir şey olamaz! Umran Nazif’in Cumhuriyet Savcısı, Necip Fazıl’ın İş Müfettişi, Oktay Rifat’in asker, Nazım Hikmet’in bir dava ve bağımsızlık yolcusu, Kemal Tahir’in ambar memuru, Mehmet Seyda’nın Ereğli Kömür İşletmeleri memuriyetiyle Zonguldak’ta var olmaları, bu şehrin edebiyat camiasında ille de bir yer edinmesinin şart olduğunun göstergesi değil de nedir? Yeraltında, işçileri ve madenleri; yer üstünde tabiatı, gelip geçenleri ve limanı ile bir şekilde durak olan bu şehir, bütün acıları ile değerini de derinlerinde saklamış gibidir. Bu çalışmanın gücü bu değeri ortaya çıkarmaya yeter mi bilmem, ama ışığın yönünü bu tarafa çevireceği bir gerçektir.
Güneyde beyaz altın tarlaları ile Çukurova’nın edebiyatını yapan Yaşar Kemal, Orhan Kemal ve Sabahattin Aliler; kuzeyde Karaelması ile yeraltının Zonguldak’ın edebiyatını yapan İrfan Yalçınlar, Mehmet Seydalar, Orhan Veliler, Muzaffer Tayyipler insanda, canda, cana sonsuzluk katan güzel Türkçede buluşurlar, yaşarlar.