İstisnalar bir tarafa, sinemayı, başka bir ifadeyle, “film seyretmeyi” hepimiz severiz. Bu sevginin derecesi kişiden kişiye değişir elbette; kimisi az, kimisi çok, kimisi de “haddinden fazla” sever beyaz perdeyi. Ben işte bu haddini aşanlardan biriyim ve bu huyumdan asla şikâyetçi olmadım ve hâlâ da değilim. Gördüğünüz üzere, seyretmekle de yetinmeyip bu“büyülü dünya” ile ilgili yazıyor çiziyorum. Galiba yaptığım şu ki, bu iflah olmaz müptelalığıma başka “kurban”lar bulup ortak etmek istiyorum. Kısacası, başkalarınında haddini aşanlardan olmasını arzu ve ümit ediyorum.
İdeolojiniz veya dünya görüşünüz her ne ise, o ancak ve ancak kültür sanatın unsurlarıyla desteklenirse, beslenirse ve yayılırsa daha güçlü olursunuz! Edebiyatta, tiyatroda, müzikte ve illâki sinemada “bir şeyler”yapmaz iseniz, rüzgârsız ve dalgasız denize yelkenli tekneyle açılıyorsunuz demektir ki bu da asla hedefinize varamayacaksınız anlamına gelir!
Sinema, yelkenlimizi daha az sürede, daha hızlı ve daha sağlam şekilde varacağınız yere götürecek bir rüzgâr; “sinemasızlık” da olduğumuz yerde çakılı kalmak… Dolayısıyla, sinema/sızlar içimizde… Sızıyı bertaraf etmek de elimizde… İhtiyaç ne? Şuur…