SELAHATTİN ARPACI KİMDİR?
1953 yılının Haziran ayında doğmuştu. Üstelik Akdeniz’in bir köşesinde 50’li yılların başında doğmuş olmasına rağmen tarihi de kesindi. Çocukluğu, yaylalarda av peşinde geçmişti. Gençliği ideolojileri uğruna cezaevlerinde, ilerlemiş yaşlarında da önce kalabalık bir kentin uğultusunda sırtında cübbeyle adliyelerde, sonrasında da siyah şalvarıyla çorak olan her yerde ağaç dikerken izlediler onu. Ölesiye kalabalık ve ayn’anda yapayalnızdı. Yüreğindeki düğümler, üflediği neyin sesiyle çözülür ve Ali’nin sırlarını suya söylediği gibi dökerdi nefesini notalara.
Sirkeci’de ufacık bir ofisi vardı önceleri. Yaşı kırklara dayandığında işleri ancak yoluna koymuştu. Ofisin, tren istasyonuna uzanan rotasını akşamları Eminönü’ndeki Yeni Cami’ye çevirir, yürürken, aksından ürken güvercinleri mümkün olduğunca rahatsız etmeden evine dönerdi.
Uyumadığı, direksiyon başında şehir şehir dolaşmadığı ya da çalışmadığı her an kitap okurdu. Bir gün giderken, toplayıp yanında götüreceği binlerce cilt kitabı vardı. Sonra taşındı, gitti büyük şehirlerden.
Sıkça da geldi ama. En çok kitapları, Yeni Camiyi, Cağaloğlu’nun yokuşunu özlediğinde geldi. Eski arkadaşlarını merak ettiğinde geldi. Yeşerttiği tohumların köklenmelerine şahit olabilmek için geldi bir de en çok.
İstanbul’da belki de en çok Süleymaniye’yi severdi. İnerdi vapurdan ya da banliyöden, tırmanırdı yarımadanın yüzlerce yıllık yokuşlarını. Uğrardı yayınevlerine, sırtlardı kitapları. Avcunun içi gibiydi buralar, hepsi, öğrencilik yıllarında kazınmıştı ruhuna. Kim bilir kendini en çok buralı hissederdi. Belki de kendini en çok burada severdi. Koklardı Babıâli’yi, Beyazıt da onu içine çekerdi. Burada okumuş, çalışmış, evlenmişti. Yuva kurmuştu burada. Sonra giderken, emanet etti anılarını yine buraya.
Yukarıya doğru uzanan yaşlı ağaçlar, o buraları bildiğinden beridir yerindeydi. Sonra binaları vardı Cağaoğlu’nun, küf kokan, ince işçilikli binaları… Cağaloğlu’nun esnaf lokantaları vardı. O da bayılırdı, öğle yemeğinde, oradaki esnaf lokantalarında misafirlerini ağırlamaya. Ardından her çay ikramını tebessümle karşılamaya çalışırdı ve ince belli bardakta açık çay içerdi.
Başka da Ankara’ya bıraktı en fazla hatırlarını. Orada başladı hikâyesi, orada soluklandı, orada acı çekti, orada öğrendi bildiği pek çok şeyi. Üç şehre dağıldı onun hikâyesi. Ve son kahramanlıklarını memleketine, Osmaniye’ye sakladı. 67. yaşını memleketinde sonsuzluğa uğurladı.