“Yüreğin hisli mi, işkencedesin; tali’e bak!” diyen Akif, onun ifadesiyle dünyaya ”kelle gezdirmeye” gelenlerden değildir. Bu karakterin, günümüz büyük şehirlerinden her birinde, çok değil bir tek örneği olsaydı keşke!..
Akif’in adeta nefsi yoktur. Her insanda tabi’i olarak bulunan rahat, huzur, ikbal, tahakküm etme, zengin ve müreffeh yaşama ve arzular bile, Akif’in vicdanına yabancıydı.
Çok acıdır ki biricik oğlu bile 1960’lı yıllarda Çetin Altan’ın kapısını çalıp yirmi lira isteyebilecek kadar düşkün bir hayat yaşadı. Oysa Akif, sırtındaki paltoyu bir fakire verip zalim kışı yarı çıplak göğüslemiş; İstiklal Marşı’ndan kazandığı beş yüz lirayı bir hayır kurumuna bağışlamıştı. Ancak evliyada rastlanabilen bu feragat abidesi insan, muhtemelen sessizce defnolup gidecekti. Zira “Sessiz yaşadım, kim beni, nerden bilecektir.” Diyebiliyordu. Yapayalnız öldü; ama da’ ima tertemiz olan Türk gençliği, onu son yolculuğuna inanılmaz bir nümayişle uğurlandı.
Âkiflere çok muhtacız.